Шпаргалка по "Политологии"

Автор работы: Пользователь скрыл имя, 13 Мая 2014 в 15:40, шпаргалка

Краткое описание

Работа содержит ответы на вопросы для экзамена по "Политологии".

Вложенные файлы: 1 файл

1-13.docx

— 41.03 Кб (Скачать файл)

 

 

1.Adolf Hitler (d. 20 Nisan 1889, Braunau am Inn - ö. 30 Nisan 1945, Berlin), Avusturya asıllı Alman politikacı, siyasi lider, teorisyen ve devlet adamı. 1919 senesinde Alman İşçi Partisi’ne (Deutsche Arbeiterpartei; DAP) üye olmasıyla başlayan politik yaşamı, bu partinin 1920 senesinde Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’ne (Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei; NSDAP) dönüşmesiyle devam etti ve 1921 senesinde ise Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin lideri oldu. Uzun süreli bir siyasal mücadelenin sonucunda, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi’nin 1933’te iktidara gelmesiyle Almanya şansölyesi (başbakan) ve 1934’den ölümüne kadarAlmanya devlet başkanı olarak görev yaptı. Devlet başkanı olduğu dönemde şansölyelik ve cumhurbaşkanlığı makamlarını birleştirerek “Führer und Reichskanzler” unvanını kullanmıştır. Nasyonal sosyalizmin kurucusu olup, Almanya’yı 12 yıl boyunca bu doktrinle yönetmiştir. Politikacı kimliği dışında bir ressam, yazar ve asker idi.Hitler, Almanya’da I. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan Büyük Buhran’dan güç kazandı. Propaganda ve karizmatik bir dille, alt ve orta tabakanın ekonomik istemlerine ümit veriyordu; bunun yanında da belli bir seviyede milliyetçilik, sosyalizm, antisemitizm, anti-komünizmve anti-kapitalizm de sunuyordu. Ekonominin tekrar kurulması, yeniden silahlandırılmış bir ordu ve totaliter ve faşist bir rejimle; Hitler Almanya içerisindeki düzeni yeniden tesis etti ve güçlü bir ülke yarattıktan sonra, saldırgan bir dış politika izleyerek Alman “yaşam alanı”nı (Lebensraum) genişletmek amacıyla Polonya’ya saldırdı. Yıldırım savaşı (Blitzkrieg) taktikleri ve Mihver Devletleri ittifakı ile birlikte Avrupa′nın büyük bölümünü ve Asya’nın bir kısmını işgal etti.ABD’nin II. Dünya Savaşı’na Müttefiklerin tarafına katılması ve Kızıl Ordu’nun ilerlemesi ile Alman ordusu gerilemeye başladı. Sovyetgüçlerinin 23 Nisan 1945’te Berlin’e girmesi ile Almanya’nın yenilgisi kesinleşmişti. Hitler; işgal altındaki Berlin’de, eşi Eva Hitler[1][2](Eva Braun) ile Führer yeraltı sığınağında (Führerbunker)[3] 30 Nisan 1945 günü intihar etti. Cesedi -vasiyeti üzerine- takipçileri tarafından yakıldı. 8 Mayıs 1945’te Alfred Jodl’ın imzaladığı teslim belgesiyle Büyük Alman İmparatorluğu yıkıldı.

 

 

 

2.Benito Amilcare Andrea Mussolini (29 Temmuz 1883; Forli - 28 Nisan 1945; Milano), Ulusal Faşist Parti'nin kurucusu olan İtalyanpolitikacı, devlet adamı ve siyasî bir önderdi. 31 Ekim 1922 ve 25 Temmuz 1943 tarihleri arası İtalya Krallığı başbakanı, 23 Eylül 1943 ve 25 Nisan 1945 tarihleri arası İtalyan Sosyal Cumhuriyeti devlet başkanı olarak görev yaptı. İtalya'yı yönettiği dönem boyunca Duce, yani "lider" unvanını kullanmıştı. II. Dünya Savaşı öncesinde ve savaş sırasında önemli bir rol oynamıştır. Adolf Hitler ile birlikte faşizminen önemli isimlerinden birisidir. [5] Politikacı olmanın yanı sıra bir gazeteci ve öğretmendi.29 Temmuz 1883'te demirci bir babanın oğlu olarak Forli'de doğdu. Mussolini, ilk ve ortaöğrenimi sırasında disiplinsiz ve saldırgan davranışları nedeniyle iki kez okuldan uzaklaştırıldı. Gençliğinde sosyalist düşüncelere ilgi duydu. Lozan Üniversitesi'ndeki eğitiminin ardından öğretmenlik yaparak çalışmaya başladı. 1902'de zorunlu askerlik görevinden kaçmak için İsviçre'ye gitti. 1904'te İtalya'ya geri dönerek İtalyan Sosyalist Partisi'ne katıldı ve partinin yayın organı olan Avanti Gazetesi'nde çalıştı. Bir süre gazetenin başyazarlığını da üstlenen Mussolini, I. Dünya Savaşı'nın başlaması üzerine orduya yazıldı. I. Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte, tarafsızlık politikası izlenmesi gerektiğini söylemekte olan Sosyalist Parti ile çelişkiye düştüğü için gazeteden uzaklaştırıldı. İki yıl boyunca piyade olarak askerlik yapan Mussolini savaşta yaralandıktan sonra Milano'ya döndü ve burada sağ görüşlü Il Popolo d'Italia Gazetesi'nin editörü oldu. Il Popolo d'Italia Gazetesini çıkarmaya başladıktan birkaç ay sonra da Sosyalist Parti'den atıldı. Artık Mussolini'nin siyasi görüşü tamamen değişmişti. Sosyalist düşünceleri bir kenara bıraktı ve "faşizm" ismini vermiş olduğu yeni ideolojinin temellerini atmak için harekete geçti.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

3.Yatıştırma politikası


Yatıştırma politikası, II. Dünya Savaşı'na giden dönemde İngiltere Başbakanı Neville Chamberlain'le özdeşleşen politikaya verilen isimdir.

Chamberlain Hitler'in esas ilgi alanının doğuda olduğuna inandığı için Komünist SSCB'ye karşı kendileriye ittifaka gireceğini, hatta bir Hitler'i Sovyet topraklarına yöneltebileceğini umut etmiş, Çekoslovak toprağı olan Südetlerin Almanya'ya verilmesinden sonra daha önce Bismarck'ın yaptığı gibi Hitler'in de artık kazandıklarını elinde tutmaya çalışacağını ummuştu. Fakat, Bismarck'dan çok Napoleon'a benzeyen Hitler, durmak bir yana taleplerinde daha da fütursuzlaştı. 29 Eylül 1938 tarihinde büyük devletlerin Südetleri Almanya'ya verme kararı almasına yol açan Münih Anlaşması, yatıştırma politikasının doruk noktasıydı. Konferanstan dönen Chamberlain uçaktan indiğinde "Size bugün onurlu bir barış getirdim" diyecekti. Fakat 15 Mart 1939'da Almanya hiçbir Almanın yaşamadığı Çekoslovakya topraklarının geri kalanını işgale başlayınca, yatıştırma politikasının bittiğini ilan etmek zorunda kaldı. Takibeden haftalarda İngiltere Polonya'ya garanti verdi ve ciddi savaş hazırlıklarına başladı. Ancak, büyük bir savaşı önlemek için geç kalınmıştı.

Chamberlain'in bu yatıştırma politikası, bazı üst rütbeli Alman subaylarının komplo planlarıyla ters yönde işlemiştir. Bu Alman subayları, Almanya'nın Çekoslovakya'ya askeri bir müdahelede bulunmasının, İngiltere, Fransa ve S.S.C.B. ile Çekoslovakya arasındaki antlaşmalar gereği bir Avrupa savaşına yol açacağını biliyorlardı. Böyle bir savaşın Almanya'nın yıkımına neden olacağını öngörmek açıktır. Bu yıkımı önlemenin yolu ise Hitler'i durdurmaktır. Bu subaylar, bu gerekçelerle Hitler'e karşı bir askeri darbe planlamaktaydılar. Ancak böyle bir girişim, bir Avrupa savaşı tehlikesinin gerçek olmasına bağlıdır. Eğer söz konusu ülkeler, Almanya'nın Çekoslovakya'ya yönelik askeri bir harekatına göz yummayacaklarını belirtecek olurlarsa, bir Avrupa savaşı tehlikesi var olabilecektir.

Olayların gelişimi ise bu yönde olmamıştır. Chamberlain'in yatıştırma politikası, komplocuların gerekçelerini ortadan kaldırmış ve onları bu girişimden vazgeçmek durumunda bırakmıştır.

 

 

4.Nasyonal sosyalizm (Ulusal sosyalizm, Almanca: Nationalsozialismus), etnik milliyetçilik ile sosyalizmi birleştiren, ırkçı, anti-kapitalist,antisemitik ve anti-Marksist bir dünya görüşüdür. İtalya'da Benito Mussolini önderliğinde kurulan faşizm akımından etkilenerek ortaya çıkmıştır. Meydana gelişi Almanya'da gerçekleşen ve temel ilkeleri Adolf Hitler tarafından ortaya konan nasyonal sosyalizm, Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi'nin 30 Ocak 1933'ten Almanya'nın II. Dünya Savaşı'nda teslim olduğu 8 Mayıs 1945 tarihine kadar iktidarda olduğu dönem boyunca Almanya'nın resmî ideolojisi olarak uygulanmıştır.Nasyonal sosyalizm doktrininin ilanı 1898'in Mayıs ayında, ilk kez Fransız teorisyen Maurice Barrès tarafından yapıldı. Sosyalist bir milliyetçilik fikrinin temel doktrinlerini belirleyen Barrès, dönemin Rusya merkezinden tüm dünyaya yayılan sosyalizmi bir zehir olarak tanımlamıştır. Sosyalizmin “liberal bir zehir” olduğunu, ancak ulusal bir sosyalizmin, kolektif milliyetçiliği gerçekleştirmenin aracı olduğunu açıklamıştı. Barrès'e göre, işçiler kendi uluslarından işverenlere karşı değil, yabancı işverene ve Yahudi sermayesine karşı mücadele etmeliydi. Barrès'in bu düşünceleri Adolf Hitler'e ilham verdi ve nasyonal sosyalist ideolojinin oluşmasına katkı sağladı. Sosyalizmden farklı olarak nasyonal sosyalizmin doğrudan “kolektif çalışan bir milliyetçilik sistemi” olduğunu empoze eden Adolf Hitler önderliğindeki Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, Barrès’in ortaya attığı düşünceleri kendilerine uyarlayarak birçok toplantıda duyurmaya başladı. Adolf Hitler "milliyetçi ve sosyalist" bir öğretinin fikir babası olan Barrès’in ideolojilerini halka aktarırken, Alman işçilerinin klasik olarak ülke içindeki işveren sınıfı ile değil doğrudan ülke dışındaki yabancı güçlerle savaşması gerektiğinden bahsediyordu. Adolf Hitler'in 1920-1933 yılları arasında bilhassa sosyalizme eğimli Alman işçi sınıfını nasyonal sosyalizm söylemleri ile etki altına alması, seçim arifelerinde partinin ve şüphesiz kendisinin büyük bir desteği arkasına almasını sağlamıştır. Alman işçi sınıfının kendi milletinden olan işverenler yerine “Yahudi” kaynaklı yabancı sermayeye karşı savaş vermesi gerektiğini söyleyen Hitler, tüm ekonomik ve sosyokültürel sorunların nedeni olarak Yahudileri gösteriyordu.

 

 

 

5.Charles André Joseph Marie de Gaulle (d. 22 Kasım 1890 - ö. 9 Kasım 1970), Fransız asker ve siyasetçi.De Gaulle, II. Dünya Savaşı öncesinde zırhlı savaş teorisyeni olarak tanındı. II. Dünya Savaşı'nın başında tuğgeneralliğe terfi etti.Fransa'nın Almanya'ya yenilmesi ve çok ağır şartları kabul ederek savaştan çekilmesinin ardından Londra'ya giderek Alman işgaline karşı direnen Özgür Fransa kuvvetleri hareketini başlattı. 1940-1944 yıllarında Özgür Fransa Kuvvetleri'nin önderliğini, 1944 yılında Fransa'nın Alman işgalinden kurtulmasının ardından ise Fransız hükümetinin başkanlığını yaptı. 1946 yılında kurulan Dördüncü Cumhuriyet anayasasının devlet başkanına yeterli yetkileri vermediğini söyleyerek görevinden istifa etti ve 1958 yılına kadar yönetimden uzak kaldı.Cezayir Bağımsızlık Savaşı ve Birinci Çinhindi Savaşı'ndaki başarısızlıkların Fransa'da yarattığı bunalımların ardından 1958 yılında siyasete döndü. Kurulmasını sağladığı Beşinci Fransa Cumhuriyeti'nin ilk başkanlığını yaptı. 1969 yılında görevinden istifa etti ve 1970'te öldü.Charles de Gaulle, 1890 yılında, Lille'de yaşayan Katolik bir ailenin ikinci cocuğu olarak dünyaya geldi. De Gaulle'ün dedesi tarihçi, anneannesi yazar, babası Katolik okullarında öğretim görevlisiydi.De Gaulle Paris'te ve Belçika'da eğitim gördü. 1908'de Saint-Cyr Askeri Akademisi'ne girdi, 1912'de mezun olarak orduya katıldı...6 Haziran'da Fransa başbakanı Paul Reynaud, de Gaulle'ü savunma bakanlığı müsteşarlığı görevine getirdi, burada Birleşik Krallık ile koordinasyondan sorumlu görevli oldu. Almanya'ya teslim olma görüşüne şiddetle karşı çıktı ve savaşa devam edilmesi gerektiğini savundu. Mareşal Petain'in iktidara gelmesi ve Almanya ile ateşkes görüşmelerine başlamasının ardından hayatının en önemli kararını aldı: Yasallığını kabul etmediği Petain hükümetine ve bu hükümetin Almanya ile yaptığı ateşkese karşı çıkarak savaşa devam etme çağrısında bulundu. 17 Haziran'da, Paul Reynaud'un verdiği parayı da alarak Londra'ya gitti ve ateşkesi kabul etmeyen diğer Fransızlarla birlikte Özgür Fransa Kuvvetleri'ni kurdu.1940 - 1945: Özgür Fransa'nın lideri18 Haziran'da de Gaulle, BBC'den Fransa'ya seslendi. Bu konuşmasında Fransa'nın henüz yenilmediğini ve savaşa devam etmesi gerektiğini vurguladı. Konuşma çok az Fransız tarafından dinlendi çünkü milyonlarca Fransız, yollarda mülteci durumundaydı

 

 

6.Demokrasi cephesi

Önemli olan, devletin bize nasıl yaşayacağımızı emrederken emrettiğinin doğru olup olmadığı değildir, önemli olan devletin bize “böyle yaşayacaksınız” diye emretmesidir.Devlet bize, “kızlarınız başörtüsü takmayacak” diye emrettiğinde, bu emri doğru bulanlar vardı,“kızların başörtüsü takmamasının” doğru olduğuna inanıyorlardı, bugün de “kürtaj yaptırmayacaksınız”emrini doğru bulanlar var, kürtajın yapılmaması gerektiğine inanıyorlar.Başörtüsü takmanın ya da kürtaj yaptırmanın “doğruluğunu ya da yanlışlığını” tartışmaya başladığınız anda “tuzağa” düşersiniz, çünkü asıl sorunu gözden kaçırırsınız.Asıl sorun, devletin baskısına karşı kendi özgürlüğümüzü korumaktır.Devlet bir kere karışmaya başladı mı artık devleti yönetenlerin meşrebine göre emirler gelir; bir gün“başörtüsü takmayacaksın” der, bir gün “kürtaj olmayacaksın”, bir gün “sigara içmeyeceksin”, bir gün“içki içmeyeceksin”, bir gün “çocuklarına Kuran okutmayacaksın”.Burada halka düşen, devlete “dur” demektir.“Sen benim nasıl yaşayacağıma, çocuğuma ne öğreteceğime, nasıl giyineceğime, nasıl sevişeceğime, ne seyredeceğime karışma” demektir.Şunu hiç unutmayın, halkının özel hayatına elini uzatma hakkını kendinde gören devlet artık kendine sınır tanımaz, her türlü suçu işler.Başörtüsüne karışan devletin işlediği suçlar ortada, kürtaja karışan devletin de Uludere katliamında işlediği suç önümüzde duruyor.Biz, askeriyenin işlediği suçları ilk anlatmaya başladığımızda, Dağlıca’da, Aktütün’de olanları, Balyoz planlarını sayfalarımıza taşıdığımızda, askeriyenin iktidarını destekleyenler bunlara inanmak istememişler, askeriyenin yandaşları da bunların “orduyu yıpratmak isteyen hainlerin planları”olduğunu söylemişlerdi.Sonra gerçeği gördüler.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

7 iki kutuplu sistem .bu tür sistemlerin en büyük özelliği devletlerin iki blok etrafında yoğunlaşmış olmasıdır. her iki blokta da abdve sscb gibi blok önderleri ve nato ve vp gibi blok örgütleri bulunmaktadır. iki kutuplu sistemler sıkı veya gevşek iki kutuplu sistem olarak iki kategoriye ayrılır. sıkı iki kutuplu sistemde aktör sayısı daha azdır ve bütün aktörler bloklardan birine üyedir veya taraftardır. bu tür sistelmerde blokların dışında kalabilmiş aktörler yoktur. ayrıca bu tür sistemlerde bm gibi bütün devletlerin üye olduğu evrensel aktörler ya yoktur ya da yok sayılır. gevşek iki kutuplu sistemlerin en büyük özelliği ise blokların hiyerarşik yapısının daha zayıf olmasıdır. bu tür sistemlerde iki blok dışında bunlara katılmayan ve tarafsız politikalar izleyebilen devletler de vardır. bir diğer özelliği ise, hemen hemen bütün devletlerin üye olduğu birleşmiş milletler gibi evrensel aktörlerin bulunmasıdır.

 

13.McCarthy, 1950'li yıllarda Amerika'da yaşanan cadı avının sorumlusu olan politikacıdır.Kendi kirli siyaseti için, FBI'ın ve medyanın da yardımıyla, masum insanları karalamış, ülkesinin aydınlarını komünistlikle itham etmiş, pek çok kişinin hayatını karartmış, bir çok profesörün, sanatçının kariyerini mahvetmiş ve hatta intiharlara neden olmuştur.McCarthyizm, demokratik bir ülkede siyaseti, devlet mekanizmasını ve medyayı kullanarak çamur atma, karalama yoluyla insanları haksız yere itham eden ve suçsuzları cezalandıran, toplumun temel hak ve özgürlüklerini zedeleyen, demokrasiyi istismar ederek bütün toplumu baskı altına alan antidemokratik bir uygulamanın adıdır.McCarthyizm'in önemi demokratik bir toplumda yaşanmış olmasından gelir.Demokratik bir toplumda, devlet gücünün, istihbaratın, siyasetin ve medyanın nasıl kötüye kullanıldığını ve bu kötüye kullanmanın ne korkunç sonuçlar doğurduğunu gösterir.Komünizm karşıtlığı ve demokrasi koruyuculuğu maskesi altında, insanların nasıl baskı altına alındığının tipik bir örneğini oluşturduğu için önemlidir.

 

 

 

 

 

 

 

8.Pan-Arabizm, Arap halkları arasında birlik ve beraberlik hedefine sahip büyük oranda seküler ve sıklıkla sosyalist bir hareket. Genelde farklı, zengin ve çarpıcı bir Arap dili, tarihi ve kültürünün varlığından köken alır ve bu nedenle bir kültürel milliyetçilik biçimidir. TürkçePan-Arapçılık olarak da anılır.

Pan-Arabizm bugün Arap milliyetçiliği ve Batı karşıtlığı ile ilişkilendirilse de geçmişte kökeni Osmanlı Devleti'nin egemenliğindeki Arap halklarına kadar uzanır. Şerif Hüseyin ibn Ali, Mekke Şerifi Osmanlı Devleti idaresinden bağımsızlık istemekteydi, bu kişi pan-Arabizm söyleminin kurucusu sayılabilir. Yine de pan-Arabizm asıl gelişimini I. Dünya Savaşı sonrasında yaşamış, özellikle Batı mandacılığı gelişimini hızlandırmıştır. Bağımsız Arap devletlerinin kurulmasıyla beraber Arap birliği elde edilemeyince hareket Arapların birlikte bir duruşu benimsemeleri ve ortak hareket etmeleri amacına yakınlaşmıştır. Özellikle İsrail'e karşıtlık ile 1950-1960'larda yükselişe geçmiştir.Pan-Arabizm ve Pan-İslamizm

Pan-Arabizm ile Pan-İslamizm her ne kadar özellikle Batı'da halk tarafından yakın terimler olarak algılansa da, anlam, süreç ve amaç açısından tamamen farklı, hatta birçok noktada zıt iki ideolojidir. Pan-Arabizm, Pan-İslamizm'in tersine, dini temel ve amaçlara sahip değildir. Seküler bir hareket olarak kabul edilen pan-Arabizm'in ünlü düşünürlerin bir kısmı da Müslüman değildir. Ayrıca pan-Arabizm dini değil, kültürel ve milli değer ve unsurlara önem verir, bunlardan köken alır ki bu pan-İslamizm'in zıddıdır.Pan-Arabizm'in Bugünkü DurumuBugün Suriye'de Baas Partisi hükümettedir ki bu parti pan-Arabizmi desteklemektedir. Yine eski Irak hükümeti de Baas Partisi'nin elindeydi. Pan-Arabizm 1960'larda doruk noktasına ulaşmıştır. Fakat Altı Gün Savaşı ve pan-Arabist hükümetlerin ekonomik gelişmeyi sağlayamamaları harekete büyük bir darbe indirmiş daha sonra, 1980'lerin sonunda yükselen İslami ideolojilerle birlikte Pan-Arabizm önemi yitirmiştir. Yine de, Arap entelektüel çevrelerin yanı sıra Arap halklarında ve Arap medyasında önemi hâlâ görülmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

9.Barış içinde bir arada yaşama (Rusça: Мирное сосуществование), Soğuk Savaş döneminde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği tarafından geliştirilmiş teoridir. Buna göre Sovyetler Birliği ve sosyalist ülkeler ile kapitalist devletler bir arada barışçıl bir şekilde varlıklarını devam ettirebilirler. Bu teori sosyalizm ile kapitalizmin uzlaşmaz çelişki içinde olduklarından bir arada yaşayamayacaklarını söyleyen marksizmin genel söylemiyle çelişmektedir. Teori Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı ülkeleri tarafından ABD ve NATOörgütüne üye ülkeleriyle olan ilişkilerinde bir dönem hakim olmuştur.Sovyet yorumuJosef Stalin’in ölümünden sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisi Genel Sekreteri olan Nikita Kruşçev 20. Kongrede Sovyet dış politikasına dair kimi yeni açılımlar getirmiştir. Dış politika değişikliği iki süper güç arasında çıkması olası nükleer savaşın önlenmesini amaçlıyordu. Sovyet teorisine göre ABD ve Sovyetler Birliği, birbiriyle uzlaşmaz siyasi ve ideolojik hatlarına rağmen birbiriyle savaşmaksızın barış içerisinde varolabilirdi. Kruşçev bu düşünce tarzını güçlendirmek için uluslararası barış konferanslarına katılacak, uluslararası ziyaretlerde bulunacaktır. Dünya Barış Konseyi büyük oranda Sovyetler Birliği tarafından desteklenir.Barış içinde bir arada yaşama teorisi Batılı kapitalist devletler tarafından dillendirilen sosyalizm tehditini geriletmek için kullanılacaktır. Bolşevikler ve Lenin özellikle Rus topraklarındaEkim Devriminin başarılmasından sonra işçilerin tüm dünya ülkelerinde iktidarı almaları için dünya devrimi çağrısı yapmış olsa da bunu devletlerarası savaşlar yoluyla değil her ülkenin kendi iç siyasi arenasındaki sınıf savaşımıyla yapılacağını öngörmüşlerdir. Kruşçev buradan hareketle sosyalizmin kapitalizme üstün olduğundan hareketle zamanla sosyalizmin zafere ulaşacağını iddia ederek yeni siyasi hattını şekillendirmiştir. Bu hattın devamı olarak Sovyetler Birliği diğer ülkelerde iktidarı almak için mücadele veren kimi hareketlere desteği kesecek ve eleştirilecektir.[1]

 

 

 

 

10.Domino teorisi


Domino taşlarının devrildiklerinde sırayla yanlarındaki taşları da devirmeleri esasına dayalı oyundan esinlenerek, ABD'li siyasetçilerin Soğuk Savaşdöneminde bir ülkenin komünist idare altına düşmesinin komşu ülkelere dekomünizmin yayılmasına sebebiyet verebileceği varsayımına dayanan teorileri.

Çin'de 1949 yılında komünist idarenin kurulması, 1950'de Kore Savaşı'nın çıkması ve 1954 yılında Vietnam komünist ordusu Viet Minh'in Çinhindi'ye hakim sömürgeci kuvvet Fransa'yı büyük bir yenilgeye uğratması neticesinde Vietnam'ın kuzeyinde bir komünist idarenin kurulması ABD'de komünizmin bir ülkeden diğerine atlayarak tüm Asya'ya yayılacağı zannını uyandırdı.

Dönemin ABD Başkanı Dwight Eisenhower'ın 7 Nisan 1954 tarihinde yaptığı basın açıklamasında bu endişeye ilk kez resmi ağızdan değinilmiş [1], bu da Kore Savaşı'nda olduğu gibi ABD müdahalelerinin altyapısını oluşturmuştu. Öte yandan, Sovyetler Birliği ve komünist dünyaya komşu ülkelere yönelik çeşitli askeri, siyasi ve ekonomik önlemleri içerenÇevreleme politikası da bu şekilde ABD dış politikasında önemli bir yer tutmaya başlamıştır.

Öte yandan, Vietnam Savaşı'nda ABD'nin başarısızlığa uğraması sonucunda önce Güney Vietnam, sonra da Laos ve Kamboçya komünist idarelerin eline geçtiyse de, beklenen domino etkisi ortaya çıkmamış ve komünizmin Asya'da yayıldığı ülkeler bunlarla kısıtlı kalmıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

11.Küreselleşme, ekonomik, sosyal, teknolojik, kültürel, politik ve ekolojik denge açılardan küresel bütünleşmenin, entegrasyon ve dayanışmanın artması anlamına gelmektedir.Küreselleşme kavramının en çarpıcı özelliklerinden biri, olası etkilerinin çok sayıda ve çeşitli olduğu izlenimini vermesidir. Hatta, birçok düşünürün de belirttiği gibi bu kavramın çok boyutluluğu onu, sınırlarını çizme uğraşını bile zora sokmaktadır Değişimi anlamak açısından Robertson' şöyle demştir: "...Küreselleşme teması anlayışları aralarında farklılık göstermesine rağmen küreselleşme diye adlandırılan şeyi anlamanın en iyi yolunun, dünyanın 'birleşik' hale geldiği, ama kesinlikle safdil işlevselci tarzda bütünleşmediği 'biçimsorunu' üzerinde yoğunlaşmak olduğunu düşünmektedir”Dünyanın birleşik hale gelmesi, tekdüze dinamikler ile oluşan bir süreç değildir. Çünkü küreselleşme, ekonomik olduğu kadar siyasal, teknolojik ve kültürel boyutlu bir süreçtir.Giddens’a göre küreselleşme, tek bir süreç değildir, karmaşık süreçlerin bir araya geldiği bir olgular kümesidir. Üstelik çelişkili ya da birbirine zıt etkenlerin devreye girdiği bir süreçtir. Çoğu insanın gözünde, küreselleşme basitçe gücün ya da etkinin yerel toplulukların elinden alınıp küresel arenaya aktarılmasından ibarettir.Bu sürecin toplumsal yaşama yönelik bir etkisine bakarsak Giddens, modernliğin sonucu olarak değerlendirdiği küreselleşmeyi, uzak yerleşimlerin birbiri ile ilişkilendirildiği yerel oluşumların millerce ötedeki olaylarla biçimlendirildiği dünya çapındaki toplumsal ilişkilerin yoğunlaşması olarak tanımlamaktadır. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, bu çok boyutlu kavram etki ettiği toplumsal gerçeklik türüne göre bireylerin kafasında da çeşitli anlamlar oluşturmaktadır. Bu anlamda bazıları için küreselleşme, kapitalizmin gücünü temsil ederken, bazıları için de, dünyanın batılılaşmasını ifade etmektedir..

Информация о работе Шпаргалка по "Политологии"